‘Cehalet suçu tetikler’
Ceza hukukçusu Prof. Dr. Doğan Soyaslan, sarmala dönüşen şiddeti değerlendirdi. Soyaslan, “Siyasi üslup suça tahrik ediyor. Şiddette siyasilerin büyük vebali var. Hadlerini bilerek ‘Nereye kadar, ne konuşmalıyız’ demeleri lazım” diyor.

Prof Dr Doğan Soyaslan Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.
– İYİ Parti’li Ayyüce Türkeş’in babası Alparslan Türkeş’in mezarını ziyareti sırasında olaylar oldu, bir gün sonra Özgür Özel saldırıya uğradı, siyasette şiddetin artmasının nedeni nedir?
Öncelikle biz, toplum olarak şiddete yatkınız. İhkâk-ı hak kültürü, yani herkesin gücünü kullanarak kendine göre, kendinin olduğunu iddia ettiği hakkı zorla alması bizim toplumumuzda oldukça yaygın.
Ayyüce Türkeş’e karşı yapılanlar Türk töresine aykırıdır. Ayyüce Türkeş’in Sinan Ateş cinayeti ve açılımla ilgili açıklamaları birilerini rahatsız ediyor olmalı. Bu nedenle göz dağı veriyor olabilirler. Oysa farklı düşüncelere saygı göstermek gerekir.
– ‘İhkâk-ı hak kültürü yaygın’ dediniz, neden?
Soruşturma, kovuşturma, cezalandırma sistemi etkili değil. Çubuk’ta Kemal Kılıçdaroğlu’na saldırı oldu, kamu vicdanında beklenen ceza verilmedi, üç yılın altında hapis cezası verildi ve verilen cezalar ertelendi. Devlet üstüne gitmedi. Cezasızlığı görenler kendilerinin de cezalandırılmayacağını düşünürler. Cezasızlık onları suça teşvik eder.
– Bu tarz şiddet olaylarında siyasilerin kullandığı sert üslubun etkisi nedir?
Siyasi üslup suça tahrik ediyor. İnsanlar kendilerini güven içinde hissetmiyorlar. Şiddette siyasilerin büyük vebali var. Önce halkın önünde olanların, en çok da siyasilerin hadlerini bilmeleri, “Nereye kadar, ne konuşmalıyız” demeleri lazım. Siyasilerin konuşmalarının ekonomide de neticeleri oluyor. Sözleriyle borsaya, dövize, yatırımcılara etki ediyorlar. İBB’ye yönelik operasyonun milyarlarca doların dışarı kaçmasına neden olduğu söyleniyor. Yatırımcı “Huzursuzluk var, kargaşa var, hukuk yok, gelmem” diyor.
– Evlatlarını öldüren birinin şartlı tahliye edilmesinin hukuksal açıklaması nedir?
Bu kişinin çocuklarını öldürdüğü yıl olan 2004’te ağırlaştırılmış müebbet cezası yoktu. Sadece müebbet vardı. Mahkeme iki müebbet vermiş. O zamanki ceza ve infaz kanunlarına göre iki müebbet alan 20 yıl sonra şartlı tahliye ediliyordu. 2005 yılında Yeni TCK ile cezalar artırıldı. Ama bu artırım bahsi geçen faile uygulanamaz, çünkü aleyhe kanun geçmişe yürümez.
Şartlı tahliye süresi içinde suç işleyen kişi, normal olarak çekmediği süreyi çeker. Dosyayı görmeden kesin bir yorum yapmak mümkün değildir.
– Neden 16 yılda çıkıyor?
Çünkü 2020’de pandemiden dolayı cezalarda indirim oldu. Ayrıca 20 yıl üzerinden her ay 6 gün indiriliyordu.
– Söz ettiğiniz bu indirim nedir?
Haziran 1978’de “her ay altı gün indirim” kabul edildi ve bir indirim de oradan geldi. Pandemiden önce üç yıllık daha indirim vardı. 2020 yılında pandemi dolayısıyla yapılan değişiklikle 6 yıl ceza alan kişi içeri girmiyordu. Öyle olunca bu adam 16 yılda çıktı. Yani hükümler öyle.

‘YER AÇMAK İÇİN AF ÇIKIYOR’
– Neden bu kadar çok indirim uygulanıyor?
Cezaevleri çok dolu. İçeride 400 bin kişi olduğu söyleniyor. 2002’de 30 bini tutuklu, 40 bini hükümlü toplam 70 bin kişi vardı. AKP iktidara geldiğinde 3-4 bin kişiyi affetti, cezalarda indirim yaptı. Cezaevlerinde yer açmak için sık sık af çıktı, kala kala bu ceza kaldı.
– Şartlı tahliyeye karar verenler kim, karar verirken neleri dikkate alıyorlar ve ne kadar profesyoneller?
Cezaevlerinde idare ve gözlem kurulu var. İçinde güvenlik görevlileri, infaz memurları, cezaevi müdürü, doktor yer alıyor. Bu heyet, “Hükümlü ne yapıyor, spora katılıyor mu, kitap okuyor mu, dini toplantılara gidiyor mu, kavga çıkarıyor mu, sosyal olarak diğer mahkumlarla geçinebiliyor mu, cezaevi disiplinine riayet ediyor mu” diye bakar. Bunlara uyuyorsa “iyi halli” demektir.
– Tüm bunlara uyması “iyi halli” olduğu anlamına gelir mi?
Evet gelir. Özellikle infaz memurları ile uyumlu olması, cezaevi düzenini bozmayışı iyi halli olması anlamına gelir.
– Nedir suçu arttıran etmenler?
Türkiye son 50 yılda köylerden şehirlere toplandı. Buna ek olarak, Suriyeliler geldi. Bütün bunlar kültür kargaşası, uyuşmazlığı doğurdu. Farklı anlayışlar suçun sebeplerindendir. Suçları ekonomik sıkıntılar da arttırdı.
– Peki cezaları artırmanın suçu azaltmada etkisi var mı?
Elbette suçluyu cezalandırmak gerekir. Aksi halde suçların önüne geçilemez. Ancak cezalandırma tek başına yetmez. Ceza, mücadele araçlarından sadece birisidir. Ama ekonomik yokluğa çare bulamazsan, insanların karnını doyuramazsan, aileden, çocukluktan başlayarak eğitimini veremezsen, sorumsuz başıboş yetiştirilirse, ceza, tek başına işe yaramaz. Eğitimin yokluğu cehaleti getirir. Cehalet de suçu tetikler. Özetle; kötü ekonomi yönetimi, köyden kente göç, bunun üzerine sığınmacıların gelmesi ile çıkan kültürel kargaşa ve cezasızlık; suçluluğu, şiddeti artıran etkenlerdir.
– Anne, baba, evlat cinayetlerinin hukuken bir farklılığı var mı?
Elbette vardır. Cezaları daha ağırdır. Evladını öldürecek kadar cani ve kötü olan adamı kanunlar her yerde daha ağır şekilde cezalandırırlar. Ama evladını öldüren kişi, hele hele diğer evladını takip edip yaralamışsa kolay kolay bırakılmaz, bırakılmamalıdır. Cezaevinden çıktıktan sonra bir iş verilmeli, hep denetim altında olmalıdır. Yani toplumu böyle insanlardan korumak için bu kişileri ölünceye kadar kontrol altında tutmak lazım.
– Yurt dışında benzer örneklerin cezası nedir?
Almanya şiddet suçluları, ABD’nin bazı eyaletlerinde de cinsel suçlular için rehabilitasyon merkezlerinde tehlikelilikleri geçene kadar infaz sonrası tutuklanma tedbiri uygulanır. Hükümlüler cezasını çektikten sonra salıvermeden önce gerekli araştırmalar yapılarak şiddet eğilimleri devam ediyorsa rehabilitasyon merkezlerinde tutulurlar. Bu yerlerde tedavi ve eğitim tedbirleri uygulanır. Toplum açısından tehlike arz etmeyene kadar bu merkezlerde tutulurlar.
Keza Fransa’da 15 sene ve daha fazla hapis cezasına mahkum edilmiş, sahip oldukları kişilik bozuklukları sebebiyle tekrar suç işleyeceği ve dolayısıyla tehlike arz ettiği değerlendirilen hükümlüler için güvenlik tutuklaması uygulaması mevcuttur. Bu kimselere özel güvenlik merkezlerinde tıbbi, sosyal ve psikolojik destek ve tedavi hizmeti verilerek tehlikeliliği ortadan kaldırılmaya çalışılır. Toplum için tehlikelilik kalmayınca serbest bırakılır. Kanaatimce biz de artan şiddet suçluluğu ve cinsel suçlar karşısında, bu tür suçlular için benzer bir uygulama yapmalıyız.
– Saldırgan ifadesinde “anlık” olduğuna vurgu yapıyor, planlı olmasıyla spontane olması arasındaki fark nedir?
Düşünülür, hesaplanırsa ceza ağırlaşma nedenidir. Çünkü kişinin tehlikelilik derecesi ağırdır. Bahsi geçen kişi muhtemelen bunu biliyor, bunu akıl edebiliyor ve ifadesini ona göre veriyor. Ben saldırının tesadüf olduğuna inanmıyorum. Kamuoyuna yansıyan ifadeler, sıradan bir adamın ifadeleri değil. Profesyonel birisi yazmış veya yazdırmış gibi.
– Böyle olaylarda “ani” olduğuna nasıl kanaat getirilir?
Ani hareket beklenmeyen harekettir. Olayda ani bir hareket yoktur. Fail eylem yapacağı yere gelmiş, keşif yapmış ve Özel’in çıkışını beklemiştir. Planlı hareketin cezası daha fazladır.
– Kendi başına hareket etmiş olma ihtimali nedir?
Ben bu adamın arkasında birilerinin olduğuna inanıyorum. Onlar yönlendirmiş olabilir. Özgür Özel’in arabasının kapalı otoparka alınmaması çok önemli bir nokta. Neden alınmadı, yanıtlanmalı. Çünkü Özgür Özel, ana muhalefet partisinin lideri, protokolde üst sıralarda. Failin HTS kayıtlarına bakılmalı, otelin çevresindeki kamera görüntülerine bakılmalı.
– CHP lideri Özel, grup toplantısında bu kişinin İBB’ye gelip, İmamoğlu’na suikast yapılacağını anlattığını, kendilerinin de bunu yetkililere bildirdiklerini söyledi. Siz eski bir savcısınız, ne yapılmalı böyle bir durumda?
İmamoğlu’na suikast iddiası çok ciddi araştırılması gereken bir konuydu. Aynı adam 2 ay sonra ortaya çıkıp Özgür Özel’e saldırdı. Bu kişinin bağlantıların araştırılması, sorgulanması gerekirdi. Kim söyledi, niçin söyledi? Keza bu olaydan hareketle buraya bu adamı kim getirdi? HTS kayıtlarına bakılır, kimlerle konuşup, görüştüğü tespit edilir.
– Elinde kesici bir alet olsaydı, ölümle sonuçlanabilir ve Özgür Özel’in konumu nedeniyle bu olay ülkeye büyük bir zarar verebilirdi, şu an böyle bir durum söz konusu değil ama ceza verilirken bu dikkate alınır mı veya alınmalı mı?
Ceza belirlenirken bu göz önüne alınır ve gerekçeye de konur. Ben de kamu görevlisiyim. Ama Özgür Özel’e yapılan bir saldırı ile bana yapılan saldırı aynı olmaz, farkı vardır. Ona yapılan bir saldırı halkın vicdanını ağır bir şekilde sarsar.

‘SALDIRI İKTİDARI YIPRATTI, ÖZGÜR ÖZEL’İ BÜYÜTTÜ’
– Bu saldırının siyasi sonucu ne olur?
Bu saldırıyla Özgür Özel’in önü kesilmek istendi, küçük düşürülmek istendi. Açılımla ilgili politikalarını gözden geçirmeleri istendi. “Bu mitingleri yapma, yapacaksan da ölçülü konuş” mesajı verilmek istendi. Ama sonuca gelirsek bir; bu saldırı öncelikle siyasi iktidarı çok yıprattı. İki; Özgür Özel’i halkın gözünde büyüttü.
– Başka saldırı ve provokasyonlar olabilir mi?
Olabilir. Kaynağı ülke dışından olabilir. Ortadoğu kaynayan kazan gibidir. Ülkemizdeki istikrarsızlık dış güçlerin çıkarınadır. Dileğimiz olmamasıdır. Halkın huzur içinde yaşamasıdır.
– Adalet Bakanı, 2005’te yapılan değişikliğe dikkat çekti ve Özel’e saldıran kişinin bugünkü mevzuatta en az 36 yıl yatacağını belirtti, nedir değişiklikler?
Daha önceki kanunda cezalar azdı. 1 yıl hapis cezası alan 4 ay yattıktan sonra çıkıyordu. 1 Haziran 2005’de yeni bir kanun yürürlüğe girdi, cezalar artırıldı ve hükümler esnetildi.
– “Hükümler esnetildi” ne demek?
Hakimin takdirinin artırılması demek. 2002 yılında hükümete 600 maddelik bir yasa tasarısı sunuldu. Ancak yeni gelen hükümet altı sene üzerinde çalışılan kanun tasarısı yerine kendilerine yakın kimselere altı ayda bir kanun yaptırmayı tercih ettiler. Milletvekilleri ve bazı genç bilim adamı arkadaşlarımız kanunun madde sayısını 345 maddeye indirdi. Hatta farklı hükümler, hüküm sayısını azalmak için aynı madde altında toplandı. Hükümlerde ifadeler yuvarlak kullanıldı ve makas genişledi. Yani hakimin ceza takdir aralığı genişledi. Örneğin ölümlü trafik kazalarında yargıç 2 yıl ile 15 yıl arasında ceza verebiliyor.
‘GENİŞ TAKDİR YETKİSİ HAKİME BASKI GETİRDİ’
– Bunun nasıl bir yan etkisi oldu?
İfadeleri yuvarlak kullanmak baskının önünü açar. Hakime, “Şöyle uygula, böyle ceza ver, yetkin var” denir. İstenilen ceza verilmezse hakimi sürerler. 50 yıldır hukukçuyum. Eski öğrencilerim, çevremdeki hakimler, siyasi baskı altında olduklarını, il hatta ilçe başkanlarından bile baskı yapıldığını söylemektedirler. Yani hakimin takdir yetkisinin geniş olması baskıyı getiriyor. Bu bilinçli bir seçim. Bu durum, ceza hukukunda kanunilik ilkesinin zarar görmesine neden oldu. Bu arada AKP döneminde cezalar da arttırıldı. Gerekçe olarak da “Ortalık suçtan geçilmiyor. Bunları cezalarla bastıralım” denildi. Ama bastıramadılar, bastıramazsınız da. Çünkü ekonomik durum da iyi değil.
– Hukukta herkesin üzerinde uzlaşabildiği, toplum vicdanını zedelemeyecek kanunlar ne kadar mümkün?
Her kanun birilerini memnun ederken, birilerini etmez. Her hukuki tasarruf için bu geçerli. Hukuk kuralları, hukuk devleti böyle bir yapıdır. Dileğimiz ve olması gereken; insana en az zarar vermesi, herkesin menfaatini adil bir şekilde korumasıdır. İdeal kanun, her iki tarafı da gözeten, herkese devlet imkanlarını veren, eşit uygulayan kanundur. İdeal olanda “Senin adamın, benim adamım, senin akraban, benim yakınım” olmaz.
– Siz de İstanbul Üniversitesi mezunusunuz, diploma iptali kararı için değerlendirmeniz nedir?
Bir hukukçu olarak İmamoğlu’nun diplomasının elinden alınmasına tahammül edemiyorum, bunu kabullenemiyorum. Ben, Anadolu’nun bir köyünden, görkemli, anıtsal bir binaya, İstanbul Üniversitesi’ne okumaya gittim. O bina 31 sene önce verilmiş bir diplomayı yok saydı. 1990 yılında Fakülte Yönetim Kurulu İmamoğlu ile beraber 51 kişinin yatay geçişini kabul etmiştir. Geçiş o günkü kurallara uygundur. Kişiye özel işlem yapılmamıştır. Sonradan değişen kurallar veya idari hatalar İmamoğlu’nu bağlamaz. İmamoğulu için kazanılmış hak söz konusudur. O bina, diploma iptali kararıyla kendini kirletti. Hiçbir hukuki, ahlaki veya dini değere dayanmıyor. İçim yanıyor. Bu Ortaçağ devletlerinde bile olmaz. Türkiye bir hukuk devletidir. Türkiye, İlkçağ’a döndü. Siyasi rakibi bertaraf etmenin yolu diplomasını iptal etmek midir? İmamoğlu aday olabilirse muhtemelen kazanacak. Onun susturulması, bir şekilde bertaraf edilmesi, yıpratılması lazım. Bu nedenle yapılıyor. Bu, milletin oy hakkını, seçim hakkını elinden almaktır ve bilinerek, istenerek yapıldığı için suçtur. Bir devlet başkanı düşünün ki kendi adayını kendisi belirliyor. Bu olmaz. TCK’nin 309. Maddesi ihlal edilmiş olur.
– İmamoğlu’nun önündeki hukuki engeller nasıl kalkar?
İdare Mahkemesi diploma iptali kararını ortadan kaldırırsa -iptal ederse- engel kalmaz. Açılan davalar hakkında mahkemeler beraat kararı verirse engel kalmaz. Ancak beraat etse de bunların kesinleşmesi lazımdır. Savcılık istinafa ve temyize gidebilir. Bu nedenle uzun zaman alır. Mahkum olursa aday olamaz. Bir başkası aday olur. Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılır. Seçimleri muhalefet kazanırsa ilgili kanunlar değiştirilir, seçimleri yenileme şartları oluşursa yeni seçime gidilir. İmamoğlu o zaman aday olur.

PORTRE
1946’da Yozgat’ta doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne bitirdi. Yurt dışında devlet bursuyla okudu. Ankara hâkim adaylığı, Bergama Cumhuriyet Savcılığı yaptı. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde görev yaptı. 1987’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne atandı. 1995’te de profesör oldu. Roma Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde, Almanya’da Freibourg Max-Plank Enstitüsü’nde Ceza Hukuku alanında araştırmalar yaptı. 1996-2002 yıllarında Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in başkanlığında kurulan Ceza, Ceza Usul ve İnfaz Kanunları Reform Komisyonu’nda bulundu. 1999’da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden emekli oldu.
Kaynak: cumhuriyet.com.tr
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder