Demokrat Partisi’nin kurduğu baskı düzeni / Muhsin YAZICI
1957 genel seçimlerinden sonra Demokrat Parti, azalan oy oranına rağmen iktidarda kalmayı başardı. Ancak bu seçimler, halk desteğinin zayıfladığına işaret ediyordu. DP, bu durum karşısında muhalefeti baskı altına alarak iktidarını korumaya yöneldi.

Adnan Menderes’e ithaf edilen bir sözdür: “Allah bir daha bana o geceyi yaşatmasın” demiştir. Ama seçimi kazanmasına rağmen ekonomik gidişatın, tarım alanındaki üretim kaybının, bütçenin ağır şekilde açık vermesi üzerine bir daha demokratik seçimle iktidarını koruyamayacağını anladı.
Ya baskıyı kuracak ya da seçimle iktidarı devir edecekti.
Adnan Menderes klasik sağ siyasetçisinin refleksini gösterdi. Kendini devlet olarak göstermeye başladı. Ve aşağıda açıklayacağımız baskı sitemini oluşturdu.
DP oy oranında düşüş yaşadı: 1954’te %58, 1957’de %48’e geriledi. Üstelik koşullar aleyhine giderek daha da gelişti. Muhalefetteki CHP’nin halk desteği ve oyu da giderek artmaya başlamıştı.
DP, özellikle eleştirel yayınlar yapan gazetelere yönelik ciddi sansür ve baskı politikaları uygulamaya başladı. Gazetelerin kağıt edinmeleri üzerine kısıtlamalar getirdi. Yetmeyeceğini anlayınca da Ulus, Akis, Hürriyet, Cumhuriyet, Yeni Sabah gibi gazetelere çeşitli gerekçelerle yayın durdurma cezaları verildi. Basın Kanunu değişikliklere gidildi. 1956 ve 1959’da çıkarılan yasalarla gazetecilere ağır para ve hapis cezaları getirildi.
Gazetecilere sürekli davalar açılmaya ve tutuklanma yoluna gidilmiştir. Özellikle Akis dergisi yazarları ve CHP’ye yakın gazeteciler hedef alındı. Metin Toker, Akis dergisi yazarı. Hükümeti eleştiren yazılar nedeniyle defalarca dava edildi; bazı yazılar “hükümeti küçük düşürmek” ve “gerçeğe aykırı beyan” olarak değerlendirildi. 1959 yılında kısa süreli tutuklandı. İsmet İnönü’nün damadı olması da iktidar tarafından özellikle hedef alınmasına neden oldu.
İlhan Selçuk, Akis ve sonrasında çeşitli dergilerde yazılar yazdı. Sert hükümet eleştirileri nedeniyle gözaltına alındı ve sorgulandı. Uzun süreli tutuklanmasa da yoğun sansür ve baskıya maruz kaldı.
Ahmet Emin Yalman, Vatan gazetesinde yazdı. 1950’lerin ortalarından itibaren Demokrat Parti’ye karşı eleştirel tutum aldı. 1952’de uğradığı suikast girişimi sonrasında da hükümete yönelik uyarılarını sürdürdü. Gazetesi kapatıldı ve hakkında davalar açıldı; 1957 sonrası yazılarında sık sık sansür uygulandı.
Şevket Eygi, dönemin sonlarına doğru 1959–1960 DP’nin baskıcı ortamında gazetecilik yapmaya çalıştı. Doğrudan tutuklanmasa da, dini ve muhafazakâr eğilimli gazetelerde yazması nedeniyle hem muhalefet hem iktidar cephesinden baskı gördü.
Nadir Nadi, Doğan Nadi Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yazılarından dolayı gazete sürekli baskı altına alındı. CHP’nin yayın organı olan Ulus, defalarca kapatıldı; bazı çalışanları kısa süreli gözaltına alındı.
DP, başta CHP olmak üzere tüm muhalefet partilerine karşı yargı ve güvenlik güçlerini kullanarak 1958 itibaren baskı uygulamaya başladı. CHP’nin Anadolu’da düzenlediği mitinglere polis ve jandarma müdahale etti; birçok miting yasaklandı. Bazı muhalif siyasetçilere karşı “vatana ihanet” “çete kurmak” gibi suçlamalarla yargı tehditleri oluşturuldu.
1960 yılında kurulan “Tahkikat Komisyonu”, muhalefetin, basının ve üniversitelerin faaliyetlerini soruşturma yetkisine sahipti. Olağanüstü yetkilerle donatılan bu yapı, anayasal denetimden muaftı. Ve üyelerinin tamamı Demokrat Partili milletvekillerinden seçilmişti.
Muhalefetin sadece siyasi partilerle sınırlı olmadığını gören DP, üniversitelerdeki eleştirileri de hedef aldı. Üniversitelerde DP’yi protesto eden öğrencilere karşı sert müdahalelerde bulunuldu. Demokrat Parti yönetimi, üniversitelerdeki muhalif sesleri susturmak amacıyla bazı öğretim üyelerini görevden aldı veya sürgün etti.
DP’nin gidere artan baskısı, toplumda büyük bir kutuplaşmaya ve huzursuzluğa yol açtı. Özellikle aydınlar, öğrenciler ve şehirli kesimler iktidarın anti-demokratik uygulamalarına karşı tepkiliydi. DP’nin uygulamaları, genç subaylar arasında da rahatsızlık yaratıyordu.

1957’den itibaren Demokrat Parti’nin muhalif basına, siyasi muhalefete ve üniversitelere yönelik baskıları, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde ciddi bir geriye gidişi temsil eder. Tek parti CHP’nin 1950’de seçimle iktidarı devir etme demokrasi olgunluğunu gösterememiştir. Basın özgürlüğünün kısıtlanması, muhalefetin sindirilmesi ve hukukun adeta siyasi iktidarın sopası haline getirilmesi gibi uygulamalar, toplumsal muhalefeti artırmış ve nihayetinde bir askeri darbeye kullanılmak üzere zemin hazırlamıştır.
Yukarıdaki tarihlerin, isimlerin yerlerini değiştirin günümüzün siyasi iklimini anlamış olursunuz. Demokrasinin en büyük özelliği iktidara geldiğin demokrasi ortamı ile halk desteğini yitiriyorsan gitmeyi kabul etmektir. Aksi halde her türlü baskı ve zulüm ortamı oluşuyor.
Sonuçta “ben devletim, ben gidersem devlet yıkılır” anlayışına kapılınca kendileri dışında herkesi düşman görmeye başlıyorlar. Bir devlet yöneticisi kendi dışındakileri düşman görünce tüm devlet gücüyle adeta savaş açıyor. Bir süre sonra geri dönmek istese de o geri dönme eşiğini aştığını görüyor. Artık her türlü baskıyı kendisine hak görüyor. Ama biliyor ki, halk desteğini kaybettikçe muhalefetin güçlendiğini görüyor.
Korku – baskı sarmalı içinde toplumdan kaparak devletin silahlı güçlerine sırtını dayıyor. Bu da halkın her türlü demokratik tepkisini anında zorla bastırılmasına yol açıyor.
Bu sarmal toplumsal birliğe zarar vermekle kalmıyor adeta toplumu ikiye bölüyor. Ekonomi giderek bozuluyor. Dış ilişkiler giderek zarar görmeye başlıyor.
Çare mi?
Çok ama çok basit.
Sayın Demirel gibi 6 kere gidiyorsan 7. defa gelmeyi becereceksiniz.
“Ben geldim, asla gitmem” diyorsan bunun demokrasiyle, hakla, hukukla bir alakası yoktur.
Demokrasi tarihi böyle yazıyor.
04/06/2025 – Muhsin YAZICI
Yorum gönder