Unesco’nun ifadesiyle Atatürk kimdir?

Bugün 19 Mayıs 2025, Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkışının 106. yıldönümü. Bugün, millet olarak kendisine çok şey borçlu olduğumuz, yüce Türk milletinin seçkin evladı, milli kahraman, büyük asker, seçkin devlet adamı ve cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha saygıyla, şükranla, özlemle ve rahmetle anıyoruz. Ruhu şad olsun.
Dünyada, ülkelerin tarihine çeşitli alanlarda değerler katmış ve her zaman minnet, şükran ve saygı ile anılan birçok lider vardır. Kurtuluş Savaşını başarıyla sona erdirdikten sonra modern Türkiye’nin temellerini atan Atatürk de bizim milletimizin saygı ve sevgi ile andığı ulusal liderimizdir.
İşte, aradan onca yıl geçmiş olmasına rağmen, her 19 Mayıs’ta Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, ulusal bağımsızlık savaşını başlatmak üzere, Samsun’a çıkışı sebebiyle anmamız, unutmamamız milletimizin kendisine gösterdiği sevgi ve saygının bir işaretidir.
Şüphesiz tüm uluslar milli kahramanlarını saygıyla anar. Ancak bazıları hariçtir. Bazı uluslar adeta geçmişlerinden ve liderlerinden utanır, anmak ve hatırlamak istemezler. Bugün Ortadoğu bir sultanlar, krallar, diktatörler coğrafyasıdır. Bugün kim hatırlıyor Saddam’ı, Kaddafi’yi, yarın kim hatırlayacak Esad’ı, Sisi’yi ve diğerlerini. Ama zaman durdukça Türk Milleti Ata’sını yani Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü hatırlayacak ve hiç unutmayacaktır. Nasıl ki tarihe damga vurmuş diğer Türk büyüklerini (Mete Hanı, Alparslan’ı, Fatih’i ve daha nicelerini) unutmadığı gibi.
Peki, Atatürk kimdir? Unesco’nun ifadesiyle Atatürk;
“Uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş, üstün bir kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş devrimci, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusudur.” İşte kısaca Atatürk budur.
Bir de konuya Atatürk’ün kendi sözleri ile bakacak olursak, Atatürk bir sözünde şöyle diyor; “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir”.
Evet, bu sözde ifade edildiği gibi bugün belki Atatürk cismen, bedenen aramızda olmayabilir, fakat fikir ve düşünceleriyle aramızdadır ve yaşamaktadır.
Yine Atatürk bir sözünde şöyle diyor;
“İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; O, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!”
Ne kadar güzel bir söz değil mi? İşte Atatürk ve Atatürkçülüğü böyle anlamalıyız. Yani O’nun duygu ve düşüncelerini, ilke ve devrimlerini doğru anlayıp, sahip çıkmalıyız.
Başka bir sözünde Atatürk;
“Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim en yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidir ki bu fikirler Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri kalpleri doldurur”.
Atatürk’ün bu sözündeki bazı hususlar bugün, belki, söz konusu olabilir. Fakat Hint’e, Mısır’a gitmeye gerek yoktur. Zira Atatürk’ün fikir ve düşüncelerinin ve yaptığı devrimlerin verimli neticeleri kalplerimizi doldurmuş vaziyettedir. Ve bunun en güzel göstergesi de değerli dostlar, kutlama veya anma günleridir. Diğer bir ifadeyle milletin hafızasını tazelediği milli bayramlar ve milli günlerdir.
Bugüne kadar Atatürk hakkında pek çok şey söylendi, yazıldı. Ancak bütün bunlara rağmen, bir gerçektir ki, O’nu yeterince anlayamadık. Eğer anlamış olsaydık zaten bugün yaşadığımız birçok sorunu yaşamazdık. O’nun fikirlerini başta genç kuşaklar olmak üzere Türk milletine gereği kadar ve doğru olarak anlatamadık. Bu nedenle de millet olarak büyük sıkıntılar çektik ve çekmekteyiz. Bugün, ülkemizde yaşanan sıkıntıların temelinde yatan gerçek, halkımıza Atatürk’ü ve O’nun fikir ve düşüncelerini yeterince ve doğru olarak öğretememiş olmamız gerçeğidir. Eğer aynı sıkıntıları yeniden yaşamak istemiyorsak, toplum olarak O’nun fikir ve düşünceleri ile ilke ve inkılaplarını çok iyi anlamak ve anlatmak zorundayız.

Atatürk, bugüne kadar, her büyük devlet adamı gibi, her büyük fikir adamı gibi istismar edilmiş ve edilmek istenmektedir. Tek çare istismarın önüne fikirle çıkmaktır. Biz buna bizzat Atatürk’ün kendi sözleriyle çok rahat cevap verebilecek güçteyiz. Bu durumda Atatürk’ü yorumlamaya değil, O’nu her yönüyle tanımaya ve anlamaya ihtiyacımız vardır.
Bugün dünyada hızlı bir ilerleme söz konusudur. Sosyal ve ekonomik hayatta meydana gelen gelişmelere Türkiye de ayak uydurmak zorundadır. Atatürk’ün ülkede kalkınmayı sağlamak için, kendi zamanının bilgisi ışığında ve ihtiyaçları göz önünde bulundurarak uygun gördüğü her tedbiri değişmez bir doğma şeklinde kabul etmek hatalıdır.
Aklın ve bilimin gösterdiği yolda budur. Şu hâlde, Atatürkçülüğü kalıplaştırmamak ve dondurmamak lazımdır. Ayrıca, Atatürk istismarcılarına karşıda uyanık olmak gereklidir. Atatürk’ün Türk Milleti nezdinde haiz olduğu sevgi ve itibar, bugüne kadar çeşitli zümreler tarafından istismar edilmiştir. Bugüne kadar en sağdan en sola kadar her türlü siyasi grup, kişi ve kuruluş Atatürkçü olduğunu iddia etti ve Atatürk ilke ve inkılaplarını kendi siyasi eğilimine göre yorumladı.
Bugün Atatürk’ün düşüncelerini toptan anlamak ve ülkemizin birlik ve beraberliğini korumak, milletimizi çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmayı, hatta bu seviyeyi aşmayı hedef almak zorunludur. Atatürk’ün önderliğinde kurduğumuz milli, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yaşatma ve yarınlara taşıma bilinci ancak Atatürk’ü doğru anlamak ve doğru anlatmak ile mümkün olur.
Bugüne kadar hakkında yazılan ve söylenenlere rağmen Atatürk’ün, ilke ve devrimlerinin tam olarak anlaşıldığını söylemek zordur. Ne yazık ki kendilerine bağımsız bir vatan sunduğu yurttaşlarının bir kısmı tarafından Atatürk’ün düşünce ve fikirleri sıkça çarpıtılmakta, değişik anlamlar verilerek farklı şekilde yorumlanmaktadır.
Oysa Atatürk, çağdaş anlamda Türk Milletinin kurucusudur. Çöken bir imparatorluktan modern bir cumhuriyet ortaya çıkarırken, yeni devleti bir millete dayandırarak, aynı zamanda Türklere ulus devlet kazandıran ulusal bir önderdir. Atatürk, ulus devlet modelini Batı dünyasının dışında ilk kez uygulayarak mazlum uluslara ve halklara bağımsızlık yolunu açan dünya lideridir.
19 Mayıs Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı ve Millî Mücadele’nin başladığı gündür ve diğer milli bayram günlerinden farklıdır. 30 Ağustos düşmanın kesin olarak yenilgiye uğratıldığı askeri zafer günüdür, 23 Nisan TBMM’nin açılışı ve milli hâkimiyetin sağlandığı gündür, 29 Ekim ise devletin rejiminin değiştirildiği gündür. Bunlar birer sonuçtur. 19 Mayıs ise sonuç değil bugünlere ulaşmada bir başlangıç günüdür.

19 Mayıs günü, 20 Haziran 1938 tarihinde “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kabul edilmiştir. Fakat 19 Mayıs gününün Samsun halkı tarafından “Gazi Günü” olarak 1926 yılından itibaren mahalli bir gün olarak kutlandığını burada belirtmek gerekir.
Diğer taraftan, Gençlik ve Spor Bayramının kökenini oluşturduğu söylenebilecek olan “İdman Bayramı” da II. Meşrutiyet döneminde kutlanmıştır. “İdman Bayramı” ilk olarak 29 Nisan 1916 yılında Selim Sırrı (Tarcan)’ın teşebbüsü ile Kadıköy’de bulunan İttihat Spor Kulübünün sahasında yapılmıştır. Selim Sırrı Bey, İdman ve İlkbahar Talebe Bayramlarını her yıl tekrarlamak, coşkuyu arttırmak ve kalıcılığı sağlamak amacıyla tüm gençlerin hep bir ağızdan söyleyebileceği bir marş bulma yoluna da gitmiştir. Yapılan araştırmaların sonucunda, İsveçli Felix Karling’in bestesi “Şakıyan Üç Genç Kız”, “Gençlik Marşı” adıyla Türkçeye uyarlanarak ilk defa 1916 yılında İdman Bayramında söylenmiştir.
Darülfünun, Sultani, Numune Mektepleri ve Maarif heyetlerinin bulunduğu törende bir de resmigeçit yapılmıştır. Bu geçitte özellikle Selim Sırrı Bey ile Ruşen Eşref Bey dikkat çekmişlerdir. Ruşen Eşref Bey’in, Darülmüallimin bayrağını taşıdığı görülmüştür. Resmigeçitten sonra da jimnastik, halat çekme gibi spor alanlarında yarışmalar yapılmış ve futbol oynanmıştır.
1917 yılında İdman Bayramı aynı yerde ikinci kez kutlanmıştır. Bu kutlamada da 1916 yılındaki etkinliklere ilaveten ilk yardım gösterileri de yapılmıştır. Yüksek atlama, sırıkla atlama, cirit atma, disk atma, 100m ve 800m koşuları ile bisiklet yarışları da yapılmıştır. İdman Bayramı 1917 yılından sonra savaş sebebiyle bir daha kutlanamamıştır.
Cumhuriyet döneminde de spor ile ilgili milli bir bayram günü kutlamasına yönelik ilk girişim yine Selim Sırrı (Tarcan) tarafından yapılmıştır. Nitekim onun teşebbüsü üzerine Maarif Vekâleti “Jimnastik Şenlikleri”nin resmi bir şekilde kutlanmasını kabul etmiştir. Böylece 10 Mayıs 1928’de Ankara’da, 11 Mayıs’ta ise İstanbul, İzmir ve diğer Anadolu şehirlerinde jimnastik şenlikleri kutlanmıştır.
19 Mayıs gününün milli bir spor günü olarak kutlanmasına yönelik diğer bir girişimin, Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nden geldiği, bu kulübün “Atatürk Spor Günü” organize etmek için Galatasaray ve Fenerbahçe spor kulüpleri ile de görüş birliğine vardığı anlaşılmaktadır. 24 Mayıs 1935’te verilen bu kararda günün ismi “Atatürk Günü” olarak tasarlanmıştır.

Bununla paralel olarak, 1924 yılından beri yapılmakta olan “Spor Kongresi”nin 1935 yılındaki toplantısında, “Atatürk Günü”nün tüm gençliğe mal edilmesi için “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı” adıyla her yıl kutlanması teklif edilmiştir. Bu teklif kabul görmüş ve Mustafa Kemal Paşa’ya sunulmuştur. Bu şekilde, “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı” 1935’ten itibaren kutlanmaya başlanmıştır.
24 Mayıs 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde “Atatürk Spor Günü” başlığı ile İstanbul’da yapılan tören, gösteri ve spor müsabakaları anlatılmıştır. İstanbul dışında İzmir ve Samsun’da yapılan kutlamalar, özellikle de Samsun’daki kutlamalar coşku ile anlatılmıştır. “Her Yerde Bayram” başlığının altında Atatürk’ün Samsun’a çıkışının 16. yıldönümü bütün ülkede coşku ile kutlandığı belirtilmiştir. 1938 yılına kadar çeşitli etkinliklerle kutlanmış ve bu yıldan itibaren ise Milli Bayram olarak kabul edilmiştir.
1981 yılına gelindiğinde ise çıkarılan 2429 sayılı kanun ile bayramın ismi “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” olmuştur. Yine 1 Ekim 1981 günü yayınlanan resmî gazetede de başkentte ve diğer yerlerde bayramın nasıl kutlanacağına dair program yayınlanırken bu kutlamaların Gençlik ve Spor Bakanlığınca organize edileceği açıklanmıştır.
Bu yıl 106. Yıldönümünü kutladığımız Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihi, milli tarihimizin dönüm noktalarından biridir. Büyük Atatürk’ün başlattığı ve gerçekleştirdiği tarihi mucizenin yıldönümünü kutlarken, o günlerin ulusal ve uluslararası ortamı ile bugünün ortamını karşılaştırdığımız zaman Millî Mücadele hareketinin başlangıcını oluşturan bu tarihi günün önemini daha iyi anlayacak, Atatürk’ü daha çok tanıyacağız.
Emperyalist devletlerin İstanbul’u işgali üzerine, artık bu eski imparatorluk merkezinden bir şeyler yapılamayacağını gören Mustafa Kemal, Anadolu’ya giderek burada yaşayan halkı örgütleyerek, Batı’nın önde gelen sömürgeci devletlerine karşı bir antiemperyalist kurtuluş savaşı verilebileceğini düşündü. Bu amaçla bir süre İstanbul’da hazırlıklar yaptı ve kendisine yakın kişilerden oluşturduğu bir ekiple Samsun’a doğru Bandırma Vapuru ile 16 Mayıs’ta yola çıktı.
İlk adım olarak Samsun’un seçilmesinde, Samsun’un bir Karadeniz liman kenti olmasının yanında tüm Akdeniz ve Ege kıyıları işgal altında olduğundan Anadolu’nun deniz bağlantısı ancak Karadeniz yolu ile sağlanabilecekti. Bu açıdan Samsun uygun bir konuma sahipti.
Kızkulesi açıklarında işgal güçleri tarafından arama yapılan vapur, akşam saatlerinde Samsun’a doğru yola çıktı. Fakat arama sonrasında Mustafa Kemal’in yanındakilere söylediği söz çok anlamlıdır: “Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah ne cephane götürüyoruz. Biz ideali ve imanı götürüyoruz” demiştir.
Atatürk, İstanbul’dan Samsun’a giderken sadece ülkeyi düşman istilasından kurtarmayı hedeflemiyordu. Bununla birlikte yeni ve modern bir devlet kurma fikri de vardı. Üstelik bu devlet milli iradeye dayalı çağdaş bir devlet olmalıydı. Bu düşüncesini Nutuk’ta şöyle ifade etmektedir:
“…Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da Milli Hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.”
İşte bu düşünceyle Atatürk, Türk Milleti’nin sonsuza dek hür ve bağımsız yaşayacağı mukaddes vatan topraklarını kurtarmak, bu topraklar üzerinde çağdaş yeni bir Türk Devleti (Türkiye Cumhuriyeti) kurmak ülküsüyle Millî Mücadele hareketini başlattı. Başlattığı bu zor, fakat onurlu mücadele sonunda bir taraftan düşmanı vatan topraklarından atarken, diğer taraftan gücünü milli iradeden alan bağımsız, modern Türkiye Cumhuriyeti devletini kurdu. İşte, 103. yıldönümünü kutladığımız 19 Mayıs 1919 tarihi, milli tarihimizin böylesine önemli bir dönüm noktasıdır.

Millî Mücadelenin Atatürk tarafından dile gelen hikâyesinin ilk cümlesi, “1919 senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım” ile başlar. Diğer bir deyişle, 19 Mayıs 1919 Millî Mücadele’nin fiilen başladığı tarihtir. 19 Mayıs bir başlangıçtır. Fikir ve karar sahibi Atatürk’ün hedefine varan yolda ilk adımdır. Atatürk’ün ve Türk Milleti’nin doğum günüdür.
Şevket Süreyya Aydemir’e göre, “Mustafa Kemal’in yeni hayatı, yeni âlemi, onun, 1919 Mayısının 19’uncu günü Samsun kıyısında Anadolu karasına ayak basmasıyla başlar, yani onun zuhurunun hem kendi kaderine hem milletimizin tarihine, hem çağımızın akışına, çeşitli yönlerden yön ve şekil veren safhası o gün, orada ve Mustafa Kemal’in Samsun kıyısına ayak basmasıyla başlamıştır.”
Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasıyla birlikte, Türk tarihinde ilk defa kişisel egemenlikten, Milli Egemenliğe geçiş süreci başlamıştır. Atatürk, Samsun’a ayak bastığı andan itibaren hem içe hem de dışa dönük olarak, Milli Egemenlik prensibini gerçekleştirmek amacıyla hareket etmiştir. Dolayısıyla bugün “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutladığımız Millî Mücadele tarihimizin başlangıcı olarak kabul edilen 19 Mayıs 1919 tarihinin Türk tarihindeki yerini ve önemini şöyle tespit etmek mümkündür;
19 Mayıs, Osmanlı Devleti’nin yıkılışını belgeleyen Mondros Ateşkes Antlaşması’nı ve Sevr Belgesini yırtarak onun yerine ulusal bağımsızlığımızı ve Türklüğün şerefini kurtaran Lozan Antlaşması’nı koyan onurlu bir dönemin başlangıcıdır.
19 Mayıs, yıkılarak tarih sayfasından silinen Osmanlı Devleti’nin yerine yeni bağımsız bir Türk Devleti’nin kuruluşunun başlangıç günüdür. Bugün, aynı zamanda mazlum milletlerin yaşamında ve kurtuluşunda da bir dönüm noktası olmuştur.
19 Mayıs, evrensel boyutta etkiler göstererek uluslararası önemli bir sürecin başlatılmasında, sömürgeci emperyalist devletlerin mazlum uluslar üzerindeki kıskancının parçalanmasında tarihi bir başlangıç olmuş, günümüzdeki siyasal dünya coğrafyasının oluşumunda da örnek ve yol gösterici bir rol oynamıştır.
19 Mayıs, padişahın mülkü olarak kabul edilen “Memalik-i Osmaniye’yi” vatan düzeyine çıkaran ve padişahın kişisel iradesine bağlı bir devlet anlayışı yerine laik, demokratik bir cumhuriyet rejimini getiren bir günün tarihidir.
19 Mayıs, ırk, dil, din, cinsiyet ve mezhep ayrımına yer vermeyen ve “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” anlayışını kazandıran bir dönemin başlangıcıdır.
Atatürk’ün gözündeki Türk Milleti işte bu özlü sözün içinde yatmaktadır. Bugün Türk Milletini ırk, dil, din ve mezhep açısından bölmeye çalışanlar ya da bu görüşü benimseyenler Kurtuluş Savaşı’na katılarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Türk halkına hakaret ve hatta ihanet ettiklerini bilmelidirler. Cumhuriyetimizi birlikte hep beraber kurduk ve hep beraber de sonsuza dek yaşatmaya milletçe kararlı ve azimli olduğumuz bilinmelidir.
19 Mayıs’ın bu temel felsefesine ve anlayışına sahip çıkmalıyız. Çünkü bu vatan hepimizin vatanıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hepimizin devletidir. Ülkemizin ormanları, dağları, nehirleri, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri bu ülkede yaşayan herkesin ortak malıdır. Bu vatan, hiçbir ayrılıkçı düşünceyle parçalanamaz, bölünemez ve bölüşülemez. Buna Türk Milleti asla izin veremez ve bunu hoşgörüyle karşılayamaz.
19 Mayıs, Türk Milli birliğinin sağlandığı, sınırları Misak-ı Milli ile saptanan Türk Vatanının kurtarıldığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günün iki kelime ile ifadesidir.
19 Mayıs, Türk’ün Ulusal kimlik ve benliğini, kültürünü, örfünü ve geleneklerini saklı tutarak ulusumuzu çağdaş ve evrensel değerlerle bütünleştiren, bütün uygar uluslarla eşit ve insanlık âleminin seçkin ve şerefli bir üyesi durumunda yükselten bir tarihi gösterir.
19 Mayıs, bir taraftan yeni bir Türk Devleti’nin temellerinin atıldığı anlamlı bir gün, diğer taraftan geleceğin garantisi gençler için bir bayramdır.
19 Mayıs, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün doğum günüdür.
19 Mayıs tarihinin gençlik bayramı olarak da kutlanması Atatürk’ün gençlere verdiği değerden kaynaklanmaktadır. Bütün konuşmalarında geleceğin gençlerin elinde olduğunu her fırsatta belirten Atatürk, Cumhuriyeti de gençlere emanet etmiştir.

Millet egemenliği ve tam bağımsızlık Türk İnkılâbının temeli, kaynağı; Atatürkçü düşünce ve uygulamaların olmazsa olmaz şartıdır. Milli irade, bir efsane değildir. Bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin birleşmesinden oluşur. Milli iradeyi efsane sayanlar, millet iradesini hiçe sayarak diktatörlük hevesine kapılanlardır. Çağımızın yönetim biçimi olan demokrasiden uzaklaşmak için, milli iradeyi, milli egemenliği efsane sayanlar, kınayanlar, küçük görenler, milleti inkâr edip, milletin karşısında olanlardır.
Türkiye’nin bölgesinde ve evrensel düzeyde kendi çıkarlarına ve dünya barışı üzerindeki işlevine uygun politikalar üretip uygulayabilmesi için egemenliğine ve tam bağımsızlığa sahip olması gerekmektedir.
Türk İnkılâbı Batı kültürü içinde asimilasyonu değil, Batı kültürü ile çağdaş değerlerle uyumu amaçlamıştır. Çağdaş uygarlık düzeyine çıkmak demek, Batı kültürü içinde asimile olmak demek değildir.
Türkiye, Atatürk ilke ve devrimlerini iç ve dış politikasının tartışmasız temeli yapmak durumundadır. Bu, Türkiye’nin ülke ve millet bütünlüğünü koruması ve bölgesinde lider ülke konumuna gelmesi bakımından gereklidir. Türkiye’nin içinde bulunduğu tarihi, coğrafi, kültürel ortam, kısaca jeopolitik yapı; Türkiye’nin uzun erimli çok yönlü ve çok seçenekli ulusal bağımsız politikalar üretmesini gerektirmektedir.
Bunun için Türk İnkılâbının temel ilkelerinden olan tam bağımsızlık ve Milli Egemenlik ilkesinin her koşulda korunması gerekmektedir. Türk İnkılâbı dinamiktir. Gelişerek devam etmekte, canlılığını korumaktadır. İnsan hakları ve hukuk inkılâbını içeren sosyal yönü, demokratikleşmeyi içeren politik yönü ile gelişmesini sürdürmektedir.
Milli amaçlarımız yönünde gelişmenin en büyük güvencesi bağımsızlığımız ve egemenliğimizdir. Geleceğimizi bağlamayan, gelişmelerin değerlendirilmesine imkân verecek özgün politik seçenekleri ancak, bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi koruduğumuz ölçüde gerçekleştirebiliriz.

Ancak şunu bilmeliyiz ki, milletimiz dün olduğu gibi bugün de iç ve dış düşmanlarının hedefi olmaktan kurtulamamıştır. Bugün içte ve dışta yaşadığımız, milletimize yönelik bütün düşmanca oyunlar Türk milletinin birlik ve beraberliğini, toprak bütünlüğünü bozmaya yöneliktir. Bu geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de olacaktır. Tüm bunlara rağmen biz inanıyoruz ki; milli kültür değerlerine bağlı, insanını çağın gerektirdiği teknolojik gelişmelere uygun bir şekilde eğitmiş, güçlü bir Türkiye ülkemiz üzerinde oynanan çirkin oyunlara son vereceği gibi, stratejik ve jeopolitik yeri itibariyle dünya barışının ve bugünkü mevcut uluslararası dengenin mihenk taşını teşkil edecektir.
Fakat bugün “Yeni Dünya Düzeni” ve “Yeni Türkiye” tartışmalarında ortaya çıkan günümüzün moda eğilimi, Kemalizm’e yüklenmek, onu eleştirmek, hatta daha da ileri giderek ona saldırmaktadır. Bu nedenle, Kemalizm’in modasının geçtiğini, geride kaldığını ileri sürenler bile bu tutumları ile Kemalizm’i son derece güncelleştirmektedirler.
Bugün bazı çevreler “Atatürkçülük 21. Yüzyılın gerçeklerine uymuyor, cevap vermiyor, değişmeli diyor.” Acaba 21. Yüzyılın gerçeklerine cevap vermeyen, bu gerçeklerle uyuşmayan hangi Atatürk ilkesi veya devrimi var? Cumhuriyetçilik mi? Laiklik mi? Milliyetçilik mi? Ya da Milli bağımsızlık mı? Milli egemenlik mi? Milli ekonomi mi? Ya da ulus devlet mi? Bizim ayak uyduramadığımız Dünya’da değişen ne? Bütün bunları ister istemez insanın sorası geliyor.
Bugün Atatürkçülüğün 21. Yüzyılın gerçekleri ile bağdaşmadığını söyleyenler küresel emperyalizmin yönlendirmesinde yenidünya düzenini kabul edenlerdir. Küreselleşmeyle ortaya çıkan Avrupa Birliği, Büyük Ortadoğu ve Büyük İsrail gibi bölgesel projeler çerçevesinde Türkiye’yi Lozan’daki yapısından kaydırıp Sevr modeli bir parçalanmaya sürüklemek isteyenlerdir.
Bugün Kemalizm’i, Atatürkçülüğü çağdışı görenler Türkiye için ya Ortadoğu merkezli yeni bir siyasi oluşum, devlet modeli istemektedirler ya da Avrupa merkezli bir yapı içinde Türkiye’nin eyaletlere bölünmesini istemektedirler.
Dolayısıyla bugün Atatürk Cumhuriyeti’nin, laik devlet modeli ortadan kaldırılarak, birtakım etnik ve mezhepsel sorunlar dayatılarak ulusal, üniter merkezi devlet yapısı ortadan kaldırılarak ve ekonomik uygulamalarla üç koldan tasfiye hareketiyle karşı karşıya olduğu söylenebilir.
Bugün Atatürk’ün kurduğu demokratik, laik Cumhuriyetin dayanağını ve hedefini oluşturan üç temel sürecin (Milletleşme, Laikleşme ve Merkezileşme) ciddi bir biçimde kesintiye uğratıldığını görüyoruz. Bugün yaşadığımız süreçte bu husus açıkça ortay çıkmış durumdadır.
Bugün, gerçek şudur ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin dayanağını oluşturan bu üç projenin de önü kesilmiştir. Başka bir deyişle, Türkiye Cumhuriyeti, bu üç koldan ciddi bir direniş ve saldırıyla karşı karşıyadır. Bu nedenle bugün Atatürk için ağlamak yerine, onu anlamak ve anlatmak her zamankinden daha büyük bir ihtiyaç, görev ve sorumluluktur.
Komünizmin yıkıldığı, sosyalist sistemin dağıldığı bir dönemde Kemalizm’in ayakta kalabilmesi, dayandığı temellerin sağlamlığını ve kurucusunun ileriyi gören geniş görüşlülüğünü bir kez daha kanıtlamıştır. Batı’nın dışında kalan dünya ülkeleri için çağdaşlaşma ve modern devlet olma yolunda Atatürk ilke ve devrimleri yol göstermeye devam etmektedir.
Türkiye iç kavgaları bir yana bırakarak, dışa dönük yeni bir yapılanma sürecine, Kemalizm modeli doğrultusunda yönelirse, kendisi gibi batının dışında kalan bölge ülkelerinin önderi olabilecek ve bu ülkelere modellik yapabilecek güce sahiptir. Tümü ile Atatürk’ün eseri olan, bugünün çağdaş Türkiye’si, kurucusunun yolundan giderek, bölgenin güçlü ve önder ülkesi konumuna gelebilir.
Bu duygu ve düşüncelerle, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nın 106. yıldönümünün başta gençlerimiz olmak üzere tüm milletimize kutlu olmasını diliyor; gençlerimizin Atatürk ilke ve inkılâplarından kopmadan ülkemize ve insanlığa yararlı hizmetlerde bulunacaklarına yürekten inanıyor, kendilerine başarılar diliyorum.
Saygılarımla…
Prof Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder