İnsanlık suçu ve derin anlamsızlık…
Kaouther Ben Hania’nın Gazze’deki gerçek olaylardan esinlenen filmi “Hind Rajab’ın Sesi”, Venedik Film Festivali’nde izleyiciyi derinden etkiledi. Beş buçuk yaşındaki Hind Rajab’ın kayıtlardaki sesi savaşın acı gerçeklerini ve insanlık suçlarını sorgulatan çarpıcı bir anlatım sunuyor.

Evet, yaklaşık çeyrek yüzyıl boyunca festivalin rotasını çizen ve görevi gelecek yıl son bulacak olan Alberto Barbera, seçkileri bu yaz başında açıkladıktan sonra, heyecanını gizleyemeyen titrek bir sesle uyarmıştı: “Hind Rajab’ın Sesi”, festivalde izleyiciyi en derinden etkileyecek film olacak sanıyorum.
Bu doğru öngörünün isabeti gerisinde, son derece hassas, korkunç bir savaş gerçeği yatıyor. Yadsınamaz bir insanlık suçunun izlerini sürerken; trajik bir yaşanmışlığı makyajlamadan (tersine duygu sömürüsü yapmamaya özen göstererek) hepimize yeniden dolu dolu yaşatmayı başaran; sorumluluk bilinci ve duyarlı hümanist boyutuyla etki gücü artmış, son derece önemli, farklı bir sinema yapıtıyla karşı karşıyayız.
“Dinledim, ağladım ve yazdım” diyen Tunuslu kadın yönetmen Kaouther Ben Hania (1977) Venedik ve Cannes festivallerinin yabancısı değil. Çoğunlukla gerçek olaylardan yola çıkarak çektiği, genellikle toplumsal kaygılardaki içeren filmleri ve satirik diliyle tanınan Ben Hania, bu kez içeriğiyle çarpıcı, güncelliğiyle son derece önemli, yalın kurgusuyla da örnek bir çalışma imzalıyor.
KAYITLARDAKİ SES

Sinema eğitimini Paris’te yapan Ben Hania’nın kayıtlardan dinlediği ses, 24 Ocak 2024 günü öğlen saatlerinde, Gazze Kızılay Acil Servisi görevlileriyle saatler boyu konuşan, İsrail askerleri tarafından delik deşik edilen otomobil içinde öldürülen altı akrabasının cesetleri arasında canlı kalabilen tek kişi olan, beş buçuk yaşındaki Hind Rajab’ın kayda geçen gerçek sesidir. Filmin bel kemiğini oluşturan bu ses, yıllardır süren savaş dehşetinin, su yüzüne çıkabilen örneklerinden biridir sadece. Kurtarılmayı bekleyen küçük kızın, kendi sözcükleriyle ifade ettiği vahşet, acil servis görevlilerinin, bu cehennem ortamında her gün yaşadıkları çaresizliğin dayanılmaz yükünü de gözler önüne sermektedir.
Müsait bir ambulans, kızın mahsur kaldığı araca sadece sekiz dakikalık bir mesafededir ama, askerlerin hedefi olmaması için, o bölgede acımasız bir savaş sürdüren İsrail ordusunun onay vereceği güvenli bir yoldan gidebilmek için izin almak zorundadır. Kızılhaç örgütünün aracılığıyla istenir izin. Bir dizi kavgaya sahne olan gerilimli müzakereler sonunda yeşil ışık yakıldığında akşam olmuştur bile. Ancak, hemen yola çıkan ambulans, bu sözüm ona güvenli yolda bile bombalanarak havaya uçurulur. Hind Rajab, mahsur kaldığı otomobil içinde, ailesinin yedinci kurbanı olarak can verir. Geriye kalan, saatler boyu süren kayıtlardaki sesidir.
SANSÜR HER YERDE

Ambulansın ve otomobilin içindeki cesetlere ancak beş gün sonra, İsrail ordusu o bölgeden çekildikten sonra ulaşılabilir. Hind Rajab’ın cansız bedenin bulunduğu otomobilin üzerinde 355 kurşun izi saptanır.
İsrail ordusunun, olayın sosyal medyaya ve basına yansımasından sonra başlattığı soruşturma, bugün hâlâ sonuçlanmıştır.
Kaouther Ben Hania, propaganda yapmak, manipülasyona girişmek gibi kötü niyetli yaklaşımların bol olduğu bir dönemde, sorumlu, dürüst bir yaklaşım sergiliyor. Kanıtlanmış gerçekleri sunuyor izleyicisine. Buna rağmen, her alanda ayrımcılığın arttığı, ötekileştirmenin metodik olarak kullanıldığı birçok ülkede, hatta Avrupa ülkesinde bile gösterilemeyeceğini ileri sürenler var. Örneğin Bulgar bir yapımcı, ülkesinin devlet politikasının temelde Amerika ve İsrail yanlısı olduğu için, Gazze konusunda kimsenin ses çıkaramadığını söylüyor. Bir Alman eleştirmen, Fransa’da üyesi olduğu mesleki kuruluşun sitesine yazdığı yazıda yer alan, Gazze soykırımından söz ettiği paragrafın sansürlendiğini ekliyor. Ülkemizde ise durum daha da karmaşık değil mi?
Kimin eli kimin cebinde belli değil.
Evet, Gazze gerçekleri tabii ki çok cepheli. 7 Ekim 2023’te, Hamas’ın giriştiği İsrail saldırısı da korkunç bir insanlık suçu. Ancak, bu tür konularda, eksi ile eksinin çarpılması, matematikteki gibi artı olmuyor; tersine, birbirine eklenerek daha büyük eksiler doğuruyor!

Öncelikle, propaganda yapmaktan, yalan söylemekten kaçınmak gerekmekte. Örneğin, 7 Ekim saldırısından sonra, İsrail hükümetinin gerçekleştirdiği bir belgesel film, Fransa’da bütün milletvekillerine izletilmişti. “Hind Rajab’ın Sesi” de dinletilebilmeli!
Film, özellikle İsrail ve ABD parlamentolarında, mutlaka izlenebilmeli.
Gerçekleri karşı tarafta yaşayanların, bizim gibi düşünmeyenlerin, farklı cephelerde pozisyon alanların seslerine de kulak vermek, giderek yaşamsal bir gereklilik değil mi?
Bu karmaşık dünya gerçekleri önünde, Franz Kafka ile Albert Camus’yü anmadan edemeyeceğim yine.
Gelin izin verin de bu denli isyan ettirici acı gerçeğin gerisinde sırıtan yoğun anlamsızlığın derin kuyularına düşmekten kurtulup, bir tutam düş kuralım: Cumartesi gecesi verilecek olan “Altın Aslan” (zenginliği ve mutlak gücü temsil etmiyor mu zaten bu simge?) ikiye bölünmüş: François Ozon’un “Yabancı”sıyla, Kaouther Ben Hania’nın “Hind Rajab’ın Sesi” arasında kardeş payı yapılmış!…
Alkışlar sabaha kadar dinmemiş. Tüm savaşlarda öldürülenler, mezarlarından çıkmışlar, Venedik Festivali’nin kırmızı halılarına doğru, yavaş yavaş yürüyorlar.
Mehmet Basutçu – Cumhuriyet
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder