Günün öyküsü: Asıl esaret, duvarların ardında değil, insanın kendi içindedir
XIV. Louis döneminde bir mahkûm, idama mahkûm edilmişti.Son gecesini geçirmek üzere, kalenin taş duvarlı hücresine kapatıldı.
Demir parmaklıklar arasında sessizce oturuyordu. Bir adım ötede ölüm, bir nefes ötede umut vardı.
Gece yarısı, hücrenin kapısı gıcırdayarak açıldı. İçeri Kral Louis girdi. Altın işlemeli pelerininin uçları taş zemini süpürüyordu.
Mahkûmun karşısına dikilip yavaşça konuştu:
-“Sana bir şans veriyorum. Bu hücrede bir çıkış var. Onu bulabilirsen, hayat senindir. Bulamazsan, sabah cellat seni alacak.”
Kral ve muhafızları çekilip gittiler.
Mahkûm zincirlerinden kurtulmuştu ve umudun zincirine vurulmuştu şimdi.
Tüm gece boyunca taşları söktü, duvarları yokladı, yer altına indi. Bir kapak buldu, bir tünel açıldı; sürünerek geçti.
Nefes nefese…
Bir merdiven, bir demir pencere, bir karanlık koridor…
Her umut, bir çıkmaz sokağa çıkıyordu. Elleri kan içinde, dizleri yara içinde kaldı.
Ama yılmadı. Çünkü “çıkış var” demişti kral.
Sabah güneşinin ilk ışıkları hücreye süzülürken, yorgunluktan yere yığıldı. Kapı gıcırdadı.
Kral Louis tekrar karşısındaydı. Mahkûm gözyaşları içinde haykırdı:
-“Beni kandırdın! Hiçbir çıkış yoktu!”
Louis gülümsedi.
-“Yalan söylemedim. Çıkış oradaydı. Kapın zaten açıktı.”
—
Biz insanlar da bazen kendi hapishanemizi inşa ederiz. Anahtar cebimizdedir ama biz tüneller kazar, duvarları yoklarız. Oysa özgürlük, çoğu zaman en sade yerde, görmeyi bilmeyen gözlerimizin önündedir.
“Asıl esaret, duvarların ardında değil, insanın kendi içindedir.” der Nâzım Hikmet
www.bilimsanatyolu.com



Yorum gönder