Günün öyküsü: Bana, ne olur, Rojito’yu getir
-“Bana, ne olur, Rojito’yu getir. Ona veda etmek istiyorum… Onu çantaya zorla sokma, anlat ona. O her şeyi anlar.”
Oğlu başını sallayıp kediyi almaya gitti.
Rojito, yaşlı ve neredeyse tamamen kör bir kediydi; son yıllarda, hasta babasının tek sadık dostu olmuştu. Gece gündüz birlikte kalmışlardı — sessiz, hayattan yorgun, ama aralarındaki bağı hiçbir şey koparamamıştı.
Oğlu geri döndüğünde, babası neredeyse hiç hareket edemiyordu. Yatakta yatıyor, titreyen parmaklarıyla çarşafı sıkıca tutuyor ve işittiği sözlere hafifçe başını sallayarak karşılık veriyordu. Dudakları zar zor kıpırdıyor, sesi neredeyse duyulmuyordu.
Yalnızca gözleri acı ve sevgi dolu hâlâ bir şeyler arıyordu.
Oğlu, Rojito’yu yavaşça yatağın üstüne bıraktı.
-“Ona veda et, Rojito…” dedi, sesi kırılmıştı, kediyi yatağın başucuna yaklaştırırken.
-“İstersen sana babanın nerede olduğunu göstereyim?”
Ama Rojito’nun buna ihtiyacı yoktu; ona sadece kalbi yetiyordu.
Sanki hâlâ görebiliyormuş gibi emin adımlarla ilerledi, patilerini uzattı ve sevdiği insanın yüzüne sokuldu.
-“Rojito… Sevgili Rojito’m…” adamın dudaklarından zar zor dökülen kelimelerdi bunlar.
Yaşlı, kör kedi, burnunu adamın yanaklarına, dudaklarına nazikçe sürtüyor, son sıcaklık kırıntılarını almaya çalışıyordu.
Ve hastalıkla perdelenmiş gözlerinden gerçek gözyaşları akıyordu.
Adam, son bir gayretle titreyen elini kaldırıp kedisinin yumuşak tüylerine dokundu.
Parmakları neredeyse hareket etmiyordu, ama Rojito her şeyi hissediyordu sıcaklığı, sevgiyi, çaresizliği.
Oğlu ayakta duruyordu, gözyaşlarını tutamıyordu.
Hiçbir zaman bu kadar yürek parçalayıcı ve aynı zamanda bu kadar aydınlık bir şey görmemişti.
-“Teşekkür ederim… her şey için…” diye fısıldadı babası, son nefesiyle. Eli hareketsiz kaldı.
Ve Rojito, onun yanında kaldı, sanki bilerek bırakmazsa, insanının sonsuza dek gideceğini anlıyormuş gibi.
Oda derin bir sessizliğe gömüldü.
Yalnızca hafif bir mırlama duyuluyordu, sanki kedi, o küçücük sesiyle hayatı tutmaya, geri getirmeye çalışıyordu.
Oğlu yatağın kenarına oturdu, babasının ince ve artık soğuk elini kendi elleriyle örtüp tuttu.
-“Baba…” dedi sevgiyle.
-“Biz buradayız. Yalnız değilsin…”
Rojito, hareketsizce, sıkıca sarılarak kaldı. Sanki minik kalbi kırılmıştı.
Sonra başını kaldırdı ve kısa, hüzünlü, neredeyse insanı andıran bir miyavlama çıkardı. Bir çağrı gibi.
Bir geri dönme yakarışı gibi.
Oğlu kıpırdamadı, Rojito’nun yeniden yaklaştığını, kapalı göz kapaklarını yavaşça yaladığını ve sonra tüm vücuduyla tekrar ona sarıldığını izledi; sanki bütün acıyı ve soğuğu kendine çekmek istiyormuş gibi.
Dakikalar, saatler geçti, kimse ne kadar zaman geçtiğini söyleyemedi. Zaman bile durur gibi olmuştu.
Sonraları, oğlu anlatacaktı: O gece anladı ki, sevgi öyle saf, öyle sessiz ve öyle gerçek olabiliyormuş ki, hiçbir insan sözü onu ifade etmeye yetmezmiş.
Şafak söktüğünde, Rojito hâlâ oradaydı. Gitmemişti. Terk etmemişti.
Sevdiği insanın son sessizliğini koruyarak, onun yanında kalmıştı.
Ve ancak oğlu, gözyaşları içinde, onu nazikçe kucağına alıp kalbine bastırdığında, Rojito hafif bir iç çekişle burnunu oğlunun eline gömdü ve hareketsiz kaldı.
Görevini tamamlamıştı. Sonuna kadar. Sonsuzluğa dek.
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder