1937 – 1938 Dersim olayları ve Seyit Rıza tartışmaları
Tunceli aşiret reisi Seyit Rıza, Dersim/Tunceli tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin erken dönem politikaları açısından çok önemli bir figürdür. Seyit Rıza’ya bugün farklı kesimlerin farklı değerlendirmeleri vardır.

Öncelikle Seyit Rıza kimdir? Sorusunu biraz açalım.
Seyit Rıza 1863–1937, Dersim bölgesinde Alevi-Kürt-Zaza aşiretlerinin önderi ve Seyit ( Seyyit terim olarak şerefli, asil soylu, onurlu, kutsal, mübarek, Hz. Peygamber’in Hz. Ali ile Fâtıma’dan doğan torunlarıyla onların soyundan gelenler için unvan olarak kullanılmıştır) unvanlı bir dini lideriydi. Haydaranlı aşireti içinde etkindi. Bölgedeki aşiretler arası dengelerde belirleyici ve etkileyici bir lider haline gelmişti.
Osmanlı, Dersim’i tam denetleyemiyordu. Dersim, Osmanlı için, merkezi otoritenin tam işlemediği, aşiretlerin kendi iç düzenlerini koruduğu, devletin belli dönemlerde girdiği ama uzun süreli kalamadığı denetimsiz dağ bölgesiydi.
Bu şu demekti, Osmanlı vergi memuru, nüfus memuru, askeri gücü sürekli giremezdi. Kısmen askeri birlikler, seferî kuvvetler ve cezaî harekatlar dönem dönem girerdi.
Bunun örnekleri; 1847 Hozat harekâtı, 1876–78 arası Koçuşağı ve Haydaranlı üzerine yapılan düzenlemeler, 1908–1910 “Dersim Tenkil Harekâtı”, II. Abdülhamid döneminde bölgedeki karakollar, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı birliklerinin geçişleri bunlara örnektir
Yani Osmanlı Dersim’de düzenli otorite kuramazdı. Kuramadı da… Ama Dersim olarak bilinen bölgede aşiretler değişik yollardan silah ediniyorlardı. 19. Yüzyılda Ermeni isyanlarına karşı aşiretlere verilen tüfeklerdir. Bunlar küçük çaplı silahlardı. Örneğin, Mavzer tüfekleri, Martiniler, Av tüfekleridir.
1870–1890 arası, Hamidiye Alayları’nın kuruluş sürecinde yoğundu. Bilindiği kadarıyla Dersim Bölgesi’nde Hamidiye alayı kurulmadı. Ama bölgede dağıtılan silahlardan bir kısmı bu bölgede de görülmeye başlamıştır. Bölge denetimsiz olduğu için aşiretlerin yürüttüğü silah kaçakçılığı da bölgenin silahlanmasına yol açıyordu. Osmanlı Devletinin yıkılması ve ulusal yapı içeren yeni bir devletin kurulması bölgedeki bu denetimsizliğin yarattığı sorunlarla karşılaştı.
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra devletin Dersim’i merkezîleştirme, vergi ve askerî yükümlülükleri uygulama, yol ve karakol yapımı gibi politikaları bölgede bir gerilim yarattı. Devlet raporlarında bölge “otoritenin girip tam denetim sağlayamadığı” bir yer olarak geçiyordu.
Seyit Rıza bu süreçte, Osmanlı Devleti dönemi dahil bölge halkının geleneksel denetimsiz yapısının bozulacağı, baskıların artacağı gerekçesiyle devletin denetimine karşı çıktı.
1923 yılında ilan edilen ulus devlet 1937-1938 yılına kadar dersim bölgesinin denetimi için neden beklediği sorusuna gelince, Cumhuriyet devleti Dersim’i bilerek “denetimsiz” bırakmadı; fiilen denetleyemiyordu.
1923–1937 arasındaki devlet raporlarının neredeyse tamamında ortak cümle, “Dersim, devlet otoritesinin tam giremediği bir bölge olarak kalmıştır.”
Bunun nedenleri; coğrafi engel, derin vadiler, kapalı vadiler, dar geçitler. Bu yüzden askerin girişi, yol yapımı, karakol kurulması teknik olarak çok zordu. Bunun yanında, aşiret örgütlenmesi, devletin vergi, asker alma, nüfus sayımı gibi devlet işlerini etkili şekilde engelleyebilecek kadar güçlüydü. Örneğin devlet memuru göndermek bile çoğu zaman mümkün olmadı. Bu arada yeni kurulan genç cumhuriyet bir dizi sorunla uğraşıyordu. Bunlar, Şeyh Sait İsyanı, aşar vergisinin kaldırılması finansmanı, ekonomiyi toparlama çabası, doğu ve güney sınırındaki güvenlik, İzmir suikastı, Menemen olayı, İç isyanlar gibi çok önemli sorunlarla uğraşıyordu. Dersim’e büyük ölçekli bir operasyon için ne kaynak ne de personel vardı.
1937–38 Dersim Harekâtı ve İsyan Tarihçiler arasında tartışmalar sürse de genel kabul şöyledir: 1937’de başlayan olaylar, devletin “Dersim’i ıslah planı” kapsamında yollar açması, karakol kurması ve aşiret reislerinden vergi-toprak kayıtları istemesi sonrası alevlendi. Askere ait konvoyun pusuya düşürülmesi ve köprülerin tahribi üzerine operasyonlar genişletildi. Devlet kaynakları olayı “eşkıyalık ve ayaklanma”, Dersimliler ise çoğunlukla “direniş ve kendini savunma” olarak tanımlar.
Şeyh Sait isyanındaki gibi dış destek alınmış mıdır sorusu bugünde tartışma konusudur.
İngiliz, Fransız ya da Amerikan desteği bilinen bilgiler içerisinde gerçekleştiği tespit edilememiştir. Cephane miktarı ve silah tipi bunu destekler niteliktedir. Modern otomatik silah ve bol mermi yoktur.
Dersim Hareketi Şeyh Said İsyanı’ndan farklıdır: Şeyh Said İsyanı Sünni şeriat talebi ve hilafetçi motivasyon taşır. Dersim Hareketi ise Alevi-Kızılbaş özerkliğini koruma, aşiret düzenini sürdürme üzerine kuruludur. Seyit Rıza ve aşiretler şeriat talebinde bulunmamış, dini motivasyon yoktur. Batılı gözlemciler (İngiliz, Fransız) ve Cumhuriyet arşivleri bunu açıkça belirtir.
Devlete göre Seyit Rıza, Devlet otoritesine karşı çıkan, Vergi – asker toplama süreçlerini engelleyen, silahlı çatışmalara giren bir isyan lideridir.
Bugün Seyit Rıza’yı savunanlara göre ise, bölgesini ve halkını korumaya çalışan, devletin sert politikalarına karşı direnen, “Onurlu bir lider” ve “şehit” kabul edilen bir figürdür.
Bugün Seyit Rıza: Dersim – Tunceli ve Alevi toplumları içinde direniş, onur ve kültürel kimlik sembolüdür. Türkiye’nin yakın tarih tartışmalarında önemli bir yer tutar.
Ama genç cumhuriyetin otorite sağlama isteğide ulusal devlet anlayışı tarafından anlaşılır bir durumdur. Hiç bir devlet sınırları içerisinde ben vergi vermiyorum. Askere gitmiyorum. Bana dokunamazsın diyene izin veremez. Dersim 1937–38 olaylarının devlet politikaları açısından yeniden değerlendirilmesinde kritik bir figürdür.
Cumhuriyet yetkililerinin kendi ifadeleri, 1936 Tunceli Kanunu hazırlık raporunda geçen açık ifade: “Dersim, Cumhuriyet’in ortasında bir ‘özel bölge’ olarak durmaktadır; devlet giremiyor, nüfuz edemiyor.” İçişleri Bakanlığı Raporu, 1936
Yani devlet o bölgeyi denetimsiz bırakmayı seçmiş değil, denetleyemiyordu.
Böyle bir dönemde coğrafyası sarp, aşiret yapısı güçlü, merkezi otoriteye kapalı bir bölgeyi tam denetim altına almak 10–15 yıl bile sürebilecek bir sorunu oluşturuyordu.
Evet, devlet raporlarına göre kesinlikle bir zafiyetti. Hatta en net ifade 1935 Tunceli Raporu’nda geçer: “Dersim, devlet için daima bir çıbanbaşı olmuştur.” Bu nedenle 1937–38 operasyonları zaten tam denetim sağlama hedefiyle yapıldı.
Devletin resmi 1936 raporundan çok net bir cümle, “Dersim halkının elindeki silah miktarı bir tümen askerin silahına denktir.” Yani devlet bile bunu açıkça kabul ediyor.
Bir ülkede devlete karşı silahlı ayaklanma başladığı zaman doğal olarak destek bulmak için çabalara girilir. Seyit Rıza’nın Suriye İngiliz elçiliğine mektup yazarak destek istediği İngiltere arşivlerinde bulunduğu belirtilmektedir. Bugün Seyit Rıza’yı masum göstererek temize çıkarmaya çalışanlar o mektubun Seyit Rıza tarafından yazılmadığını belirtmektedirler.
Karakolların basılması yüzlerce jandarmanın öldürülmesi, köprülerin havaya uçurulması ve devletin denetimine şiddetle karşı çıkılması, devletin de daha sert şekilde önlem almasına yol açmıştır.
Ulus-devlet teoride her bölgeyi eşit, bütünleşmiş ve tam denetimli ister. Ama pratikte devlet kapasitesi, ideolojik hedefin önüne geçer. Bu çok kritik bir ayrımdır: “Her yer denetlenecek.” Uygulamada ise devletin o anda sahip olduğu güç neye yetiyor?”
Türkiye 1923’te ulus-devlet kurdu ama Osmanlı’nın mirasını devraldı. Cumhuriyet 1923’te kimlik olarak ulus-devletti, ama altyapı ve kurum olarak Osmanlı’nın mirasını taşıyordu:
Yol yok, Jandarma teşkilatı zayıf, bölge haritaları eksik, askerî üs yok, haberleşme yok, şiret bağları çok güçlü, coğrafya çok kapalı, ekonomi çok zayıf, devlet memuru sayısı çok az.
Yani, Ulus-devlet “niyet” olarak vardı; ama “kapasite” aşiretli dağlık bölgeyi hemen kapsayacak seviyede değildi. Bu yüzden hemen değil, 1937–38’de kapasite oluşturulduktan sonra tam denetim sağlandı. Devlet, bilerek denetimsiz bırakmadı, denetleyinceye kadar zaman gerekiyordu.
1923–1935, “ulus-devlet ideali var ama kapasite yetersiz”. 1935–1937 “kapasite inşa dönemi”, Tunceli Kanunu, altyapı planları, yol yapımı, karakol inşaatları, yeni jandarma birlikleri, sivil memur atamaları. Devlet, denetim için hazırlık süreci yürüttü.
1937–1938 “tam denetim kurulması”, yani ulus-devlet amacını eylem olarak gerçekleştiği dönem burasıdır.
Alınan önlemler karşısında sert bir şekilde isyan bastırıldı. Seyit Rıza, 15 Kasım 1937’de Elazığ’da kurulan İstiklal Mahkemesi’nde oğlu ile birlikte idama mahkûm edildi. Yaşının 75 olduğu iddiası mahkemede tartışıldı. Ancak resmî kayıt 54 olarak kabul edildi. Aynı gün idam edildi.
Peki bu “dış güçler destekledi” iddiası nereden çıktı?
Dersim olayları tamamen iç dinamiklerden kaynaklanmıştır. Bu konuda hem cumhuriyet dönemi tarihçileri hem bağımsız akademisyenler hem de yabancı tarihçiler hemfikirdir. Seyit Rıza’nın kendisi de dış güçlerle bağ istese de kurmamıştır. Ama, ayaklanma başladıktan sonra paniğe kapılan Seyit Rıza’nın arayışa geçtiğinden şüphe yoktur. ama bunu dış destek alacak ne zamanı kalmıştı ne de yolları vardı. Tam denetime alınmıştı. Her devlet kendine karşı silahlı ayaklanmaya giren kişileri isyancı-bozguncu olarak görür. Bugün Türkiye Cumhuriyeti de böyle görmektedir. Görmesi de doğaldır.
Bugün tespit edilmiş İngilizlerle, Fransızlarla iletişim yok, herhangi bir bilinen ajan bağlantısı yok. Seyit Rıza’nın siyasi çizgisi bizce dış güçlere güvenmek üzerinden değil, uzun yılların getirmiş olduğu denetimsizlik bölgesel özerklik ve yerel otorite üzerinden şekillenmiştir.
Sonuç olarak, Seyit Rıza’nın dış güçlerden silah veya propaganda desteği aldığına dair hiçbir kanıt yoktur. Silahların tamamı bölgesel kaynaklıdır. Olaylar dış destekli değil, tamamen Türkiye iç dinamikle gelişmiştir.
“Aşiretlerin elindeki silahlar harpten kalma, çoğu eski tip, tamiri zor silahlardır.” Yani dış güçlerin gönderebileceği sofistike silahlar değil. Modern silah yoktu. Bu dış güç desteğinin olmadığının en büyük kanıtı olarak gösteriliyor. Aşiretlerde hiç modern makineli tüfek yoktur. Hafif makineli tüfek yoktur. Modern otomatik tabanca yoktur. Cephane çok azdır.
Dönemin resmi raporlarında (Jandarma Umum Komutanlığı, 1930–1938): Aşiretlerin elindeki silahların çoğu harpten kalma, kullanım ömrünü tamamlamış, cephanesi az eski silahlardır. Bölgede modern makineli tüfek veya dış yardım emaresi görülmemiştir.
Soru şu: Peki bu kadar eski silahla nasıl direnebildiler?
Çünkü, Coğrafya çok sarp, bölgeyi devletten daha iyi biliyorlardı, devletin bölgeye ulaşımı zordu, aşiretler savaş deneyimine sahipti, direniş “savaş” değil “gerilla tipi dur-kalk çatışma” şeklindeydi. Modern bir isyan örgütü gibi değildi. Dış destekli bir ayaklanma gibi hiç değildi.
Seyit Rıza’nın devlete karşı çıkışı “dini-şeriatçı” değil, “aşiret–özerklik” merkezlidir. Cumhuriyet arşivleri, istihbarat raporları, sorgu tutanakları ve yabancı konsolos raporları şunu söyler: Seyit Rıza’nın direnişi dini bir hareket değil, aşiret çıkarlarını ve geleneksel denetimsiz yapıyı korumaya yöneliktir. Ana motivasyonu, aşiret özerkliğinin kaldırılmasına karşı çıkmak, zorunlu askerlik, vergi toplama, yol yapımıyla merkezin bölgeye girmesi, aşiretlerin silahsızlandırılması gibi…
Bunlar tamamen sosyo – politik nedenlerdir. Şeriat, hilafet, dini hukuk, medrese, tarikat devleti gibi hiçbir talebi yoktur. “Şeriat isteriz” ya da benzeri tek bir söz, mektup, açıklaması yok
Dış gözlemciler, İngiliz ve Fransız raporları ne diyor?
İngiliz konsolosu Edgar Noel’in raporu: “Dersim hareketi dini bir ayaklanma değil, bölgesel bir aşiret direnişidir.”
Fransız istihbarat raporu: “Dersimliler yeni rejime dini gerekçeyle değil, aşiret düzeninin bozulması nedeniyle direniyor.”
Yani Batılı arşivlerde bile dini motivasyon iddiası yok. Cumhuriyet Hükümeti’nin resmi söylemi bile “dini isyan” demiyor. Şeyh Sait İsyanı gibi dini karakterli isyanların aksine, devlet Dersim’de: “İrticai”, “Dinî”, “Hilafetçi” gibi ifadeler kullanmamıştır.
Devletin tanımı şudur: “Aşiret eşkıyalığı ve otoriteyi tanımama.”
Seyit Rıza’nın kendi ifadelerinde ve sorgusunda söylediği sözler arasında: “Bizim dinimiz sizin dininiz değildir”, “Biz Kızılbaşız”, “Devlet bizi anlamıyor” gibi sözler var, ama şeriat veya Sünni İslam’a dayalı bir talebi yok.
Seyit Rıza bir Alevi piridir. Dersim’deki tüm aşiretler Kızılbaş-Alevi geleneğine bağlıdır. Alevi inancı Şeriat talebiyle çelişir; özellikle Sünni hukuk sistemini istemeleri mümkün değildir.
Seyit Rıza, liderliğini aşiretler arası ittifak ve dini pir otoritesi üzerinden sağlamıştır. Direnişi dini ideoloji değil, aşiret hakları ve bölgesel özerklik üzerine kuruludur.
Dersim Hareketi, Cumhuriyet’in Doğu’daki ilk büyük testlerinden biridir. Seyit Rıza, liderliğini aşiret ve pir otoritesiyle yapmış, dini bir şeriat talebiyle hareket etmemiştir.
Silah ve cephane tamamen iç kaynaklıdır, dış güçlerin etkisi yoktur. Cumhuriyet, hareketi ulus-devlet egemenliğini sağlama amacıyla bastırmış ve bölgeyi merkeze entegre etmiştir.
Bu olay, Türkiye’nin “ulus-devlet inşası” sürecindeki tarihî ve sosyo – politik zorlukları anlamak açısından kritik öneme sahiptir.
Bugün, bazılarına göre “Doğu sorunu”, bazılarına göre “Kürt sorunu”, bazılarınsa göre “feodal sorun” olarak tanımlıyorlar.
Nasıl tanımlarsak tanımlayalım bugün bölgede bir sorun mevcut. Bu sorun bölgesel sorun olmaktan da çıkmış bulunuyor. Artık büyük güçlerin bölgede güç sağlamak için burunlarını soktukları alana dönüşmüştür. Dış güçler her zaman sorunlu bölgelerde kendi çıkarları için güçleri bulurlar ve onları desteklerler. Buna mazeret üretmekte de marifetlidirler. Bölgesel güçler yerli işbirlikçi bulmada adeta uzmanlaşmışlardır. Kimi? Ne zaman? Nasıl? Kullanacaklarını çok iyi bilirler.
Bir sorunu çözmenin en sağlıklı yolu o sorunu kabul etmektir. İkinci aşaması o sorunu sağlıklı anlamaktır.
Sorunu sorun yaratarak çözen bir uygulama şimdiye kadar görülmemiştir. Sadece geçici çözüm diye ötelenmiştir. Yok sayarsın, görmezden gelirsin ama sorun giderek büyür. Asıl tehlike de sorunu bir gurup ya da siyasi çıkar için evirip çevirerek sömürme yolu sorunu giderek büyüyor. Toplumsal konsensüs olmadan da çözmek mümkün değildir.
19.11.2025 – Muhsin YAZICI
www.blimsanatyolu.com



Yorum gönder